Yine bir düğün için yollara düştük ve bu kez rotamız İstanbul’du. Düğün Heybeliada’da olduğu için Anadolu Yakası’nda oturan bir arkadaşlarımızın evinde kalmayı tercih ettik ve seyahatimizi Anadolu Yakası’nda ve tamamen denizin ve İstanbul manzaralarının tadını çıkarma ve yemek üzerine planladık.
Cuma sabah erkenden Sabiha Gökçen havaalanına ulaştık ve hızlıca eşyalarımızı eve bırakıp gezmeye başladık. Önce geçen kış açılan Anadolu Hisarı’ndaki Big Chefs‘e gittik. Ankaralı olarak İstanbul’a gidip Big Chefs’e gitmek başta çok parlak bir fikir gibi gözükmemişti ama konumu o kadar şahaneydi ki (tam Göksu’nun denize döküldüğü noktada), doğru bir karar verdiğimizi anladık ve şansımıza tam deniz kenarındaki masamızda saatlerce vakit geçirdik.
Göksu’nun karşı kıyısındaki Göksu Cafe’nin şirinliği de gözümüzden kaçmadı tabii…
Bu arada şunu da belirtmeliyim ki, bütün gezimiz boyunca hem şu anda 4.5 yaşında olan Küçük Gezgin hem de arkadaşımızın 3.5 aylık minik bebeği bizimleydi. Big Chefs’de her ikisi de hiç problem çıkarmadan bizimle 4-5 saat oturdular. Üstelik Küçük Gezgin’in boya kalemlerini uçakta unutmamıza rağmen!
Anadolu Hisari’ndaki Big Chefs’den sonra Çengelköy’e geçtik. Herşeyden önce hemen bir kırtasiye bulup kızıma yeni boya kalemleri aldık. Sonra arkadaşımız bizi çok sevdiği Çikolata Kahve isimli, mini minnacık şirin mi şirin bir yere götürdü. Bana kahvesi biraz sert geldi ama çok da kahveden anladığım söylenemez. Kapısında kuyruk olduğuna göre bilenlerin bir bildiği vardır elbet!
Çikolata Kahve’de otururken Küçük Gezgin’in tuvaleti geldi ve Çikolata Kahve’de tuvalet olmadığı için hemen yanındaki Sütiş ve Villa Bosphorus’un tuvaletini kullanmak istedik ve inanabiliyor musunuz küçücük çocuğun tuvaleti geldiğini söyledim ve bizi içeri almadılar!!!! İşte İstanbul’un bu yönünü hiç sevmiyorum, insanlıktan uzak, acımasız, kibirili! Neyse… Aklıma geldikçe sinirleniyorum ve bu konuyu burada kapatıyorum.
Sonuçta biz ilk gün akşamı ettik ve arkadaşımızın önceden rezervasyon yaptırdığı Beylerbeyi’ndeki Villa Boshphorus‘un yolunu tuttuk. Neyse ki Çengelköy’deki Villa Bosphorus’la bir alakaları yokmuş, çünkü ben onlara gıcık oldum bir kere! Villa Boshphorus Beylerbeyi her yönden bizden yüksek puan aldı: her iki köprüyü gören denizin tam dibindeki lokasyonu, servis kalitesi ve yemeklerin lezzeti…
Ben deniz ürünlerinden kalamar tava, ahtapot ızgara ve balık kokoreçi tattım. Masadaki herkes de yediği meze ve ara sıcaklardan çok memnundu. Sadece balık kokoreç Ankara’daki Kolyoz’dan alıştığım kokoreç kadar başarılı değildi. Ana yemek olaraksa kiremitte pişirilmiş Dülger Balığı aldık. Ben daha önce bu balığı hiç yememiştim ve her yer bu kadar güzel yapıyor mu bilemiyorum ama gerçekten parmak yalatan cinstendi.
Cumartesi sabah erkenden kalktık ve dışarı çıktığımızda şakır şakır yağmur yağıyordu ama bu, bizi hedefimizden alıkoyamadı ve biz yine de Polonezköy’ün yolunu tuttuk. Evlenmeden önce 4.5 sene İstanbul’da yaşadığımdan bahsetmiş miydim? Ama yine de yoğun iş hayatından fırsat bulup bir türlü Adalar’a ya da Polonezköy’e gidememiştim. Bu kez şeytanın bacağını kırdım ve her ikisine de gittim :) Üstelik Polonezköy’e vardığımızda şansımıza yağmurdan da eser yoktu.
Polonezköy’deki mekanları internetten araştırdığınızda karşınıza sık sık Leonardo diye bir yer çıkıyor ama ben genel olarak daha küçük ve sevimli yerleri tercih ediyorum ve internetten okuduğum yorumlara göre Karçma Kriha bu tanıma daha çok uyuyordu. Bizim de tercihimiz bu yönde oldu. Karçma Kriha’ya girer girmez bakımlı ve sevimli bahçesi bizi cezbetti. Çok güzel bir orman manzarasının yanı sıra tam keyif yapmalık şezlongların ve oyun bahçesinin olması da çok hoşumuza gitti.
Kahvaltı olarak gayet doyurucu ve lezzetli fiks bir kahvaltı tabağı ve yumurta/omlet çeşitleri verdiler. Arkadaşım, bebeğinin süt alerjisi olduğu için sadece omlet almak istedi ve durumu açıklamasına rağmen kabul etmediler. Bu da aslında bence biraz sinir bozucuydu ama keyfimizi kaçırmadık ve görmezden geldik. Kahvaltıdan sonra da şezlonglarda takıldık. Küçük Gezgin biraz parkta oynadı, biraz da babasıyla fotoğrafçılık peşine düştü.
Bu arada Karçma Kriha’nın kapalı mekanlarını da görme fırsatımız oldu. İçerisi çok çok sevimliydi ve Avrupa köy evlerine benziyordu. O yüzden eminim burası kışın da çok keyifli bir kaçamak yeri oluyordur.
Eve dönüş yolunda Kavacık’dan geçerken daha henüz acıkmamış olmamıza rağmen İstanbul’da yaşayan arkadaşımız çok methini duyduğu için Bayramoğlu Döner isimli bir dönerciye uğradık ve ayaküstü döner yedik. Lavaşına da dönerine de bayıldık. Döndükten sonra öğrendiğime göre Vedat Milor da buraya gitmiş ve çok da beğenmiş. Yolunuz düşerse aklınızda olsun.
Cumartesi günümüzün geri kalanını düğün hazırlıkları ile geçirdik ve akşam düğün için özel kiralanan bir tekne ile Bostancı’dan Heybeliada’ya geçtik. Bu kez Adalar’a gidebildim dedim ama aslında kendimi pek de gitmiş saymıyorum çünkü Heybeliada’nın yerleşim alanlarını göremedim. Özel tekne bizi direkt olarak düğünün yapıldığı Beach Club’ın iskelesine götürdü. Diğer taraftan, gittiğimiz koy gerçekten şahaneydi. Koyun etrafı tamamen ormanla çevrilmişti ve düğünün süslemeleri ile de inanılmaz romantik bir mekana dönüşmüştü. Bu kadar kısa sürede şehirden kopabilmek ne kadar güzel!
Pazar sabah kahvaltı için bir tanıdıklarımızın Anadolu Hisarı’ndaki evlerine gittik. Daha sonra fazla vaktimiz olmadığı için yakınlarda başka bir yerde başka bir arkadaşlarımızla buluşmak istediğimizi söylediğimizde bize Kandilli’deki Adile Sultan Sarayı’ndaki Borsa restoranı önerdiler. Manzara bu kadar mı muhteşem olur! Denizin kenarında değilsiniz ama tüm boğaz ayaklarınızın altında. Restoranın servis ve yemek kalitesi de çok yüksek. Biz öğle yemeği olduğu için döner yemeyi tercih ettik ve Bayramoğlu ile yarışır bir lezzetle karşılaştık. Ama tabii fiyatlar biraz yüksekti.
Küçük Gezgin de 3.5 aylık arkadaşı da bütün seyahat boyunca hiç problem çıkarmadılar. Arkadaşım gittiğimiz her yerde kendine sakin bir köşe bulup bebeğini emzirebildi. Küçük Gezgin de bize çok rahat ayak uydurdu. Yanında yaşıtları olduğunda onlarla oynadı, olmadığında boyama yapıp fotoğraf çekti.
Küçük Gezgin’lerin anne-babalarına notlar:
Yanınıza mevsime uygun kıyafet, şapka, güneş kremi ve birkaç masabaşı aktivitesi alın yeter. Bu kadar güzel manzara ve yemeklerin tadını çıkarmayı çocuklar da biliyor.
Geri bildirim: İstanbul’da bir Kış Kaçamağı – Kuzguncuk ve Heybeliada | Bir Küçük Gezgin