Önceki yazılarımı okuduysanız biliyorsunuzdur, Toskana/Cinque Terre gezimizin Lucca ve Cinque Terre’de geçen ilk iki gününü iki ayrı yazıyla ayrıntılı olarak anlatmıştım. Hatta gezi rotamızı da gitmeden önce yayınlamıştım. Hangi gün nerede olduğumuzu oradan daha kolay takip edebilirsiniz. Sırada Toskana’nın orta bölgesi var…
Gezimizin üçüncü gününün sabahında konaklamaktan çok mutlu olduğumuz (bu yazımda bahsettiğim) Villa Sermolli’den ayrılarak Chianti’deki otelimiz olan Castello di Bibbione‘ye geçtik. Bütün gezimizin neredeyse yıldızı haline dönüşen Castello di Bibbione’den bahsetmeden önce alışveriş tutkunlarının dikkatini çekmek istiyorum..
Outletler
Villa Sermolli’den, yani Lucca tarafından Floransa’nın güneyine doğru giderken yolumuzun üzerinde bir outlet mağazasına uğradık. Aslında Floransa yakınlarında çok ünlü ve büyük kasaba şeklinde bir outlet var: The Mall. Burası tam bir alışveriş cenneti, tüm ünlü markaların outlet ürünlerini bulabileceğiniz bir yer. Ama biz hem yolumuzu uzatmak istemedik, hem de girince çıkamayacağımızı bildiğimiz için vaktimizi orada harcamak istemedik. Sonuç olarak da az önce söz ettiğim kendi yolumuz üzerindeki Black Label isimli mağazaya uğradık. Burası ünlü markalardan outlet ürünlerini toplayıp satan tek bir mağaza. İşin ilginci üzerinde tabelası ya da vitrini bile olmayan bir yer. Bir binanın içindeki kapı zilini çalıp giriyorsunuz, bir daireye girer gibi. Hatta ben başta yanlışlıkla ofislerine geldiğimizi bile düşündüm. Gitmeden önce adresi ve çalışma saatlerini web sitelerinden iyice çalışıp gidin, hem bulması zor hem de öğle tatili var.
Castello di Bibbione
Burayı o kadar çok sevdik ki, arkadaşlarımdan bir tanesi ayrılırken ağlıyordu az kalsın :) Ben de ayrı bir yazımı ayırsam diye çok düşündüm doğrusu…
Castello di Bibbione 1000 yılında inşa edilmiş bir kale ve daha sonra 13 yüzyılda yapılmış kale içindeki çiflik evlerinden oluşuyor. Kalenin ana binası hem tesisin SPA merkezi gibi ortak alanlarını içeriyor hem de resepsiyon, düğün gibi organizasyonlar için kullanılıyor. Konaklama ise apart şeklinde kiralanan orta çağdan kalma çiftlik evlerinde… Kale, Chianti’de üzüm bağları arasındaki bir tepeye kurulduğu için tesisin, tüm evlerin ve hatta havuzun bile muhteşem bir Toskana manzarası var. Uzakta bir yerdeki başka bir tarihi yapıdan başka bina bile görmediğiniz, yeşilin her tonunun olduğu bir manzara…
Aşağıdaki fotoğraf da banyomuzun lavabosunun manzarası…
Evlerin içi ise tamamen antikalarla dolu, hatta size teslim ederken sadece bu antikalar için ek depozito istiyorlar. Yüksek sezonda bir haftadan daha az süre ile vermiyorlarmış ama Eylül’de gidince 2 gün kalabildik. Sanırım böyle bir yer Türkiye’de olsaydı çok uçuk fiyatlar istenirdi, oysa biz üçümüz için gecelik €115 verdik.
Castello Bibbione’de sadece kahvaltı servisi var (ekstra), onun dışında herhangi bir yiyecek veya içeçek bulabileceğiniz bir yer yok. Zaten bütün günümüzü dışarıda geçirdiğimiz için bizim için problem olmadı. Zaten yiyecek/içecek de olsaydı kimseyi otelden çıkaramazdım sanırım :)
Aslında gezi planımıza göre üçüncü gün akşamüstü, yemekten önce Bibbione’ye yakın Chianti’de bir yere şarap tadımına gidecektik (Burayı ve bölgedeki diğer alternatifleri şu yazımda anlatmıştım). Ama Bibbione’yi o kadar çok sevdik ki, başka bir yere kımıldamadan buranın tadını çıkarmak istedik bir süre.
Zaten benim için şarap tadımının esprisi yine tarihi bir yerde mahzenleri, bağları görmekti. Bibbione de öyle bir yer olunca hiç gerek de kalmadı. Hatta haftanın bir günü burada da tadım/gezi organizasyonları yapıyorlardı çünkü kendi üretimleri de vardı. Bize saatleri uymadı. Şarap tadımını zaten her yemekte yapıyorduk :)))
Sonuçta üçüncü günümüzün yarısını biz müthiş manzaranın tadını çıkararak, çocuklar da doğada oyunlar oynayarak geçirdiler. Hatta bir ara evimizin yakınına yavru geyikler geldi!
Akşam yemeği için de kaldığımız yere sadece 5km mesafedeki San Casciano kasabasındaki Cinque di Vino isimli restoran gittik. Burayı hem ben önceden tespit etmiş, rezervasyon yaptırmıştım, hem de otelimizin de tavsiye edilenler listesindeydi. San Cascino küçük, sakin, tipik bir Toskana kasabası. Turistlerin olmadığı sokakların akşam bomboş olduğu böyle bir yeri görmek de bizi mutlu etti. Cinque di Vino ise küçük bir meydanda küçük yerel bir işletme. Çok neşeli ve komik birisi olan sahibi/şefi siparişleri kendisi alıyor, ve yemekleri o kadar güzel anlatarak pazarlıyor ki, gereğinden fazla sipariş vermiş olarak buluyorsunuz kendinizi.
Aslında spesiyalitesi Floransa Bifteği, ki az pişmiş et yiyebilen grup elemanları çok beğendiler. Onun dışında aperatifler ve diğer yemeklerin de tadına bakma fırsatımız oldu. Kızarmış kabak çiçekleri ve kızarmış fesleğen yaprakları gerçekten lezizdi ama diğer aperatifler bana çok yağlı/ağır geldi. Diğer yemekler de çok iz bırakmadı ama kötü de değildi. Aşağıdaki fotoğraftadakiler de etin yanında gelen ızgara porçini mantarlar, çok leziz ve kocamandılar!
Toskana’nın bu bölgesini gezmek için bizim iki günümüz vardı. İlk günü Castello di Bibbione’de geçirdikten sonra ikinci günü San Gimignano ve tabii ki Siena’ya ayırmıştık. Aslında bölge görülebilecek bir sürü küçük, güzel tarihi kasaba ile dolu. Daha fazla vaktiniz olursa size önerebileceklerim: Monteriggioni, Volterra, Colle di Val D’Elsa, Castellina, Radda in Chianti, Lamole, Montefioralle, Greve, Vinci ve Prato. Gördüğünüz gibi liste uzuyor :) Dediğim gibi ben Toskana’nın ikinci büyük ve en güzel korunmuş orta çağ tarihi merkezi olan Siena’yı ve kuleleri ile ünlü San Gimignano’yu seçtim.
San Gimignano
Gezimizin dördüncü gününde otelimizden yarım saat süren bir araba yolcuğu sonrasında San Gimignano’ya vardık. Kentin girişinde tabelalar sizi üç tane park alanına yönlendiriyor zaten. Arabanızı yer bulabildiğiniz bir tanesine park edebilirsiniz, en uzağı bile çok uzak değil aslında. Sonra tepeye doğru kısa bir yürüyüşle San Gimignano’nun giriş kapılarından bir tanesine ulaşıyorsunuz.
San Gimignano Lucca’dan sonra turist yoğunluğuyla ve bayram olması itibariyle Türklerle de karşılaştığımız ikinci yer. Bibbione’den sonra fazlaca kalabalık geliyor ana caddesi. Cadde bol bol hediyelik eşya dükkanlarıyla dolu ama dükkanlar bile çok şirin burada.
San Gimignano’nun tümü de avuç içi kadar zaten. Daracık sokaklarında yükselen kuleler benzerlerinden ayırıyor. Tepede kurulu olduğu için de yapıların olduğu alanın kenarlarında manzaralı teraslar var. Bibbione ile benzer bir Toskana manzarası. Ben San Gimignano’nun en çok bol çiçekli, sanki diğer yerlere daha küçük ve şirin evlerini sevdim.
San Gimignano’da yemek için tek adres Cum Quibus. Maalesef ben 2 ay öncesinden iletişim kurmama rağmen yer bulamadım. Siz daha çok azmederseniz belki bulabilirsiniz. Bir de buranın çok ünlü bir dondurmacısı var: Dondoli. Hatta Dünya’nın en iyi Gelato’su (İtalyan Dondurması) seçilmiş dondurmaları. Ana meydanda bir kuyruk görürseniz Dondoli’nin önündesiniz demektir. Azmettik sırayı bekledik, dondurmamızı yedik. Bana tadı çok çarpıcı gelmedi. Hava yağmurlu olmasına rağmen o kadar da çabuk eridi ki, her yerimiz dondurma oldu, o yüzden de ne yediğimizi pek anlayamadık aslında.
Siena
Siena’ya gelmek farklı hisler yaşattı doğrusu bana. Tam 17 yıl önce 1 ay yaşamıştım burada. Dil okuluna gelmiştim. O zaman da gezmeyi çok seviyordum ama bu kadar bilinçli gezmiyordum; bakıyordum ama bu kadar iyi görmüyordum. Bu kez gittiğimde hatırladıklarımla gerçekleri örtüştürmeye çalıştım. Bazı şeyler çok netti, bazı yerleri özellikle yeni kısımları daha önce hiç görmemiş gibi hissettim…
Siena dediğim gibi Toskana’daki ikinci büyük şehir, tarihi kent merkezi de çok büyük olunca park ettiğiniz yer önem kazanıyor. Zaten tarihi merkeze araba ile giremiyorsunuz. Bence en ideal park yerleri Viale Pannifunghi ve Viale Fruschelli sokaklarının üzerindeki parkmetreli park yerleri. Araba ile geziyorsanız zaten navigasyon şart. Navigasyona sokak isimlerini yazarak buraları bulup park edebilirsiniz. Gerçekten tarihi merkeze çok yakın..
Biz de bu sokaklara arabamızı bıraktık ve yürüyerek Siena merkezini dolaştık. Tarihi her adımda hissettiğiniz dar sokaklarını adımladık. Kentin büyüklüğüne göre oldukça büyük olan ve şehrin kalbinin attığı Piazza del Campo’ya gittik. Zaten Pubblico Sarayı da burada bulunuyor. Burası her zaman canlı ve hareketli olan bir meydan. Bir merkeze doğru eğimli de olduğu için yerde oturması da keyifli… . Öğrenciyken bolca vakit geçirdiğim bir yerdi tahmin edersiniz ki.
Bir de Campo Meydanı’nda yıl da iki kez (2 Temmuz ve 16 Ağustosta) çok çok ünlü olan hatta film yıldızlarının filan geldiği Palio adı verilen at yarışları düzenleniyor. Daha önceki gelişimde bu yarışlara denk gelmiştim. Tüm meydan incecik kum ile kaplanıyor ve Siena’nın 17 semtini temsil eden yarışçılar yarışıyor. Her yere renkli bayraklar asılıyor ve nasıl kalabalık oluyor anlatamam! Hatta sokaktaki kalabalıktan az kalsın bir mağazanın vitrininden içeri girdiğimi çok iyi hatırlıyorum! Siena’lılar için çok önemli bir olay gerçekten ama doğrusu benim için çok birşey ifade etmemişti. Turist olarak da bir-iki gün için Siena’ya gitsem o kadar kalabalıkta gezmek istemezdim. Tercih sizin tabii..
Piazza del Campo dışında Siena’da görülmesi gereken en önemli yer Siena Kathedrali. Zaten arabayı park edip tarihi merkeze doğru yürümeye başladığınız andan itibaren uzaktan çeşitli açılardan bu göz alıcı Katedrali görebiliyorsunuz. Ben daha önce görmüştüm tabii ama bu kez gittiğimizde içini gezecek fırsatımız olmadı. Bir Küçük Gezgin tüm cephenin heykellerle ve oymalarla kaplı olmasından çok etkilendi. Hatta “%90’i heykel kaplı” diye bilimsel bir açıklama yaptı :))
Sonuçta Siena’da en güzel şey zamanda yolculuk yapmışsınız hissini veren tarihi merkezin sokaklarında dolaşmak, meydanlarında oturmak…
Unutmadan ünlü pastanesinden de bahsetmek istiyorum Siena’nın: Nannini. Buradan yemiş ve meyve içeren Panforte gibi yöresel tatlılar alıp tadabilirsiniz.
Biz akşam yemeğimizi de Siena’da yedik. Aslında ben gelmeden bir kaç hafta önce Siena’nın en ünlü restoranlarından biri olan San Giuseppe‘de yer ayırtmıştım ama ekip makarna/et yemekten bıkmış bir şekilde (ki haklılardı bence) “pizza” diye isyan edince o gün sabahtan listemde olan bir pizzacıda rezervasyon yaptırmıştım. Gittiğimiz bu pizzacının adı Il Pomodorino. Aslında notlarıma yazmışım ama gitmeden manzarasının ne kadar muhteşem olduğunu algılayamamıştım. Manzara pizzaya ağır bastı diyebilirim. Pizzalar da güzeldi ama unutulmaz değildi. Manzara ise gerçekten unutulmazdı! İyi ki de buraya gitmişiz ben çok keyif aldım.
Bu gezi ile ilgili diğer yazılara aşağıdaki bağlantılardan ulaşabilirsiniz:
Geri bildirim: Cinque Terre | Bir Küçük Gezgin
Geri bildirim: Lucca ve Villa Sermolli | Bir Küçük Gezgin
Geri bildirim: Toskana ve Cinque Terre Gezi Rotası | Bir Küçük Gezgin
Geri bildirim: Floransa ve Pisa | Bir Küçük Gezgin