Bu yazımda 48 saatte tam olarak hangi rotayı izleyerek nereleri gezdiğimiz anlatmak istiyorum ki, siz de giderseniz bizim gibi dolu dolu bir seyahat geçirin.
Önceki yazımda Barselona gezimiz ile ilgili genel bilgiler verirken kalacağımız yere cumartesi öğlen 12’de vardığımızı söylemiştim. Valizlerimizi bırakıp hızlıca kendimizi sokağa attık ve ilk hedefimiz olan La Boqueria‘nın yolunu tuttuk.
La Boqueria ve La Rambla
La Boqueria Barselona’nın ünlü yiyecek pazarı. Canlılığı, renkliliği ve ürün çeşitliliği ile hem turistik bir yer hem de leziz tapaları (İspanyol mezeleri) mideye indirmek için çok küçük, salaş ama ünlü birkaç Tapas Bar’ı barındırıyor. Bizim de ilk hedefimizin burası olmasının asıl sebebi de o. El Quim de La Boqueria‘yı denemek ve Katalanların öğle yemeği saati olan 2’den önce orada olup yer kapmak! (Barselona yemek maceralarımız bir sonraki yazımda)
Yemeğimizi yedikten ve pazarın bir kısmına göz attıktan sonra cumartesi kalabalığına daha fazla dayanamayarak pazardan ayrıldık. La Boqueria, Barselona’nın en ünlü caddesi olan La Rambla’nın üzerinde olduğu için çıktıktan sonra La Rambla boyunca Catalunya Meydanı’na doğru yürümeye başladık. La Rambla çok geniş ve ağaçlıklı, güzel bir cadde. Caddenin ortasında geniş bir alan yayalara ayrılmış, arabalar her iki tarafta kendilerine ayrılmış iki şeritlik yoldan geçebiliyorlar. Tabii kenarlarda geniş kaldırımlarda var. Kısaca yaya ağırlıklı bir cadde.
Caddenin sonundaki Catalunya Meydanı ise devasa bir meydan. Meydanın ortasına diğer Avrupa şehirlerinde olduğu gibi Noel/Yılbaşı zamanı buz pateni pisti kurmak istemişler ama tabii hava yeterince soğuk olmadığı için üzerini çadırla kapatmak zorunda kalmışlar. Bu da çok çirkin bir görüntü oluşturmuştu bence…
Casa Batillo ve Casa Mila (La Pedrera)
Plaza Catalunya’dan yolumuza bu kez de şık mağazaları ile ünlü Passeig de Gracia caddesi üzerinde yürüyerek devam ettik. Zaten Barselona’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden olan Gaudi’nin iki eseri, Casa Batllo ve Casa Mila (La Pedrera) da bu cadde üzerinde. ‘Casa’ İspanyolca ev anlamına geliyor. Her iki yapı da konut olarak içi ve dışı Gaudi tarafından tasarlanan çok katlı binalar. Gitmeden önceki araştırmalarıma göre Casa Mila’nın içini gezmek daha cazip geldi bana. Hem zamandan tasarruf etmiş olduk hem de iki kişi her birine 40EUR vermek biraz fazla geldi bize.
Casa Mila’nın özellikle çatısı, çatı katı, iç avlusu ve giriş kapısı çok orijinal ve ilgi çekici. Görmeye değermiş gerçekten. İçeride Gaudi’nin tasarladığı eşyalar da sergileniyor ve ben ahşap sandalyelere bayıldım ama müzenin hediyelik eşya dükkanında 7-8cm’lik minik kopyaları bile 100Euro’ya satılıyordu!
Güell Park
Casa Mila’dan sonra programımızda Güell Park vardı. Onu da özellikle güzel fotoğraflar çekebilmek için gün batımına denk getirdik. Aralık ayında olduğumuz için biraz acele etmemiz gerekti tabii ve taksiyle gitmek kolayımıza geldi. Ben yıllar önce kardeşimle Barselona’ya geldiğimde metroyla gitme hatasına düşmüştüm. Sonra, Güell Park bir tepenin üzerinde konumlandığı için, 30-40 dakika yokuş yukarı yürümek zorunda kalmıştık. Şehri yürüyerek keşfedeceğiniz bir tatilde çok gereksiz bir enerji tüketimi bence :) Ama istenirse yukarı parkın girişine kadar çıkan otobüsleri de kullanabilirsiniz.
Park koyu gölgeli, bol yeşillikli, büyük ve güzel bir park. Gaudi’nin evi parkın girişinde bulunuyor ve tasarımını yaptığı bölüm de parkın sadece bir kısmını oluşturuyor. Biletle girilen kısım da bu kısım zaten. Gaudi’nin evi çok şirin ve bence Hansel ile Gratel’in evine benziyor :) Parkın tasarımda ise Gaudi değişik formlar, mozaikler ve hayvan figürleri kullanmış. En tepedeki şehir manzarası ise göz alıcı.
Palau Musica Catalana ve Flamenko Gecesi
Güell Park gezisi sonrası otele dönüp bir süre dinlendik ve akşam için güç topladık. İlk akşam için planımız Palau Musica Catalana‘da Flamenko gösterisine gitmekti. Palau Musica Catalana UNESCO Dünya Mirasları listesinde olan, içi ve dışı çok süslü, tarihi bir bina. Diğer taraftan her ne kadar Endülüs bölgesine ait olsa da, İspanya’ya gelip de Flamenko seyretmeden olmaz diye düşündüğümüz için bir taşla iki kuş vurmuş olduk. Flamenko her gece yok ama sürekli bir etkinlik oluyor. Siz geldiğinizde Palau Musica Catalana’yı bu şekilde görmenizi tavsiye ederim. Hem ayrıca binayı gezmek için 18EUR vermemiş oluyorsunuz hem de güzel bir yerde göz ve kulak ziyafeti çekmiş oluyorsunuz.
Biz biletlerimizi gelmeden önce Palau Musica Catalana’nın internet sitesinden satın aldık. Gösteriden önce her hangi bir zamanda uğrayıp biletlerinizi teslim alabiliyorsunuz ya da gösteriden bir saat önce orada olmanız gerekiyor. Otelden çıktığımızda yolumuzun üzerinde olduğu için ilk olarak biletlerimizi teslim aldık, sonra da yakınlarda bir yerde, önceden belirlediğim ünlü tapas barlardan biri olan Tapas 24‘de akşam yemeğimizi yedik. Yemekten sonra da tahmin edebileceğiniz gibi Flamenko gösterisindeydik.
2. Gün (Pazar)
Çocuklu olunca erken kalkmak bir alışkanlık haline geliyor. Bir önceki gün ne kadar yorulmuş olsak da erkenden kalktık ve yine önceden araştırıp bulduğum ve otelimize 5 dakika yürüme mesafesindeki Milk Bar’a kahvaltıya gittik. Aslında bugün için ilk planımız La Sagrada Familia‘ya gitmekti ve Barselona’ya gelmeden önce saat 11 için internetten giriş biletimizi almıştık. Ama kahvaltımız erken bitince, La Sagrada Familia öncesi, yakın olduğumuz için limana gidip biraz yürüyüş yaptık. Hatta benim canım bisiklete binmek istedi ve deniz kenarında kiralık bisikletler de vardı ama talimatlar İspanyolcaydı ve sonuç olarak vaktimiz de kısıtlı olunca fazla ilgilenip kiralamayı beceremedik. Demek ki bunu da önceden çalışmak gerekiyormuş! Sonradan araştırdığım da gördüm ki şehrin bir çok notasında El Bicing adıyla gördüğümüz bisikletler Barselona’da yaşayanların ödünç almaları içinmiş. Ne kadar güzel değil mi? Turistlerin ayrıca kiralayan şirketlerden kiralamaları gerekiyormuş…
La Sagrada Familia
Barselona Gaudi’nın açık hava sergi alanı gibi bir şehir. Ama doğrusu insan Gaudi’nin dehasını La Sagrada Familia’yı görünce idrak ediyor.
Gaudi’nin bitirmeye ömrünün yetmediği ve hala da tamamlanmamış olduğu için “Bitmeyen Kilise” diye de anılan La Sagrada Familia’dan büyülenmemek ve Gaudi’ye hayran olmamak mümkün değil. Tamamen bağışlarla inşa edilen katedralin 2026 yılında, Gaudi’nin 100. ölüm yıl dönümünde bitirilmesi planlıyor ve muhtemelen de artık bu yüzden bir türlü bitmiyor. Bittiğinde ise şu linkteki gibi gözükecekmiş.
Gaudi erken çocukluk döneminde zayıf ve hasta bir çocuk olduğu için okula geç gitmiş ve annesiyle doğada fazlaca zaman geçirmiş. Bir doğa hayranı olarak büyüyünce eserlerinde doğayı yansıtmış. Gördüğümüz tüm eserlerinde ağaç, yaprak, meyve, hayvan figürlerini görülebiliyordu ama bir katolik kilisesinde bunları görmek insana daha da ilginç geliyor. Örneğin, La Sagrada Familia’nın içindeki sütunlarda bile ağaçlardan esinlenmiş. Bir doğa sever olarak ben Gaudi’nin bu yönünü çok sevdim.
Bu muhteşem yapıyı görmek için yüksek sezonda saatlerce sıra beklemek gerekiyormuş. Hatta uzun kuyruklarıyla ün yapmış. Bizim gittiğimizde çok sıra yoktu ama siz yine de önceden biletinizi alın.
Barselona Katedrali ve Noel Pazarı
Aralık ayında Barselona’yı gezmenin bonusu ışıltılı süslemelerin yanı sıra Noel Pazarıydı tabii ki. La Sagrada Familia’yı gezdikten sonra tekrar şehir merkezine döndük ve hem Barselona Katedrali’ni hem de önünde kurulan Noel Pazarı’nı gezdik.
Barselona Katedrali gotik tarzda yapılmış güzel bir yapı ama bence kaçırılmaması gereken yeri arka tarafında gizli. Arkada bir iç avlu bahçesi var girişi Carrer del Bisbe’den (Bisbe sokağı). Biz burayı ertesi gün yağmur altında sokaklarda kaybolurken keşfettik ve bayıldık. Az kalsın kaçırıyormuşuz. Yağmur altında ayrıca bir güzeldi bence…
Noel Pazarı da pazar günü olduğu için ekstra kalabalıktı. Zorlukla yürüdük ve fotoğraf çektik ve aynı gün akşam tekrar yolumuz düştüğünde ışıklandırılmış ve daha sakin haliyle çok daha güzel olduğunu fark ettik. Siz giderseniz akşam gidin.
Barselona’daki Noel Pazarı’nın başrol oyuncusu aşağıdaki fotoğrafta gördüğünüz Tio de Nadal, yani Noel Tomruğu ya da Kütüğü (gülen yüzlü). Bu esas olarak Katalanlar’a ait bir noel geleneğiymiş. Tio Nadal noelde çocuklara ufak ve daha çok şekerleme tarzı hediyeler getiriyormuş. İşin ilginci çocuklar hediyeleri çıkartması için şarkı söyleyerek zavallıcığı sopalarla dövüyorlarmış, ki biz gezerken Barselona Katedrali’nin önünde kocaman bir Tio Nadal vardı ve çocuklar sırayla dövüyorlardı. Bir anne olarak yorum yapmadan duramayacağım, çocuklar için ne kadar kötü bir örnek!
Günümüzün geri kalanını en sevdiğimiz aktiviteyi yaparak, sokaklarda kaybolarak geçirdik. Öğle yemeğimizi Plaza Catalunya yakınındaki, Barselona’nın en iyi Tapas Barı denilen Ciudad Condal’de ve açık havadaki masalarında yedik. Akşamsa artık eşim tapa yemekten isyan ettiği için N.A.P. isimli bir İtalyan pizzacısına gittik.
Yani aslında örneğin Picasso Müzesi gibi başka yerleri de gezecek vaktimiz kaldı ama biz şehri yaşamayı ve sokaklarda gezmeyi tercih ettik.
Son Saatler…
Son gün ise sabahtan Barselona’da çok hip bir yer olan Bar Lobo’da kahvaltı yaptık ve öğlene kadarki vaktimizi yağmura aldırmadan sokaklarda gezmeye, açık havada oturup birşeyler içmeye ve Bir Küçük Gezgin’e Disney Store’dan hediye almaya ayırdık.
Geri bildirim: 48 Saatte Işıltılı Barselona Gezisi (1. Bölüm) | Bir Küçük Gezgin
Geri bildirim: Süprizlerle Dolu Kapadokya – 1. Bölüm | Bir Küçük Gezgin