Londra Paris Hattı – 2. Bölüm: Paris

Paris’e trenle geldiğimiz için otele ulaşıp yerleşmemiz ve kendimizi tekrar dışarı atmamız çok kısa sürdü. Bu trenle seyahat etmenin çok önemli bir avantajı bence…

Otelimiz Louvre Müzesine iki adım mesafede, çok merkezi konumdaki Hotel Moliere‘di. Bu oteli bir seyahat dergisinde Paris’deki gidilebilecek butik oteller listesinde bulmuştum ve bu sefer turnayı gözünden vurmuştuk: otelimiz tertemiz, şirin ve süper bir konuma sahipti. Odaların dekorasyonu ise klasik Fransız tarzındaydı.

hotelmoliere

Tabii ki Paris için 2 gün aşırı derecede yetersiz ama daha önce gittiğimiz için amacımız biraz Paris havası almaktı. İlk gün otelimizden çıkıp Louvre’a doğru yürüdük. Oradan nehir kıyısına geçip, nehir boyunca yürüyerek Notre Dame Kilise’sine ulaştık. Bir süre içeride oturup Kilise’nin büyüleyici mimarisini seyrettik.

parisnotredame

Notre Dame’dan sonra artık yavaş yavaş akşam oluyordu ve biz de birçok bar ve restoranı ile canlı bir bölge olan Les Halles’a gittik. Biraz sokaklarda dolaştıktan sonra Paris’de yaşayan ünlü yemek blogu yazarı David Lebovitz’in de aralarında bulunduğu birçok kişi tarafından tavsiye edilen, basit ve geleneksel Fransız yemekleri yapan Aux Tonneaux des Halles’da yemeğimizi yedik. Yemekler fena değildi diyebilirim. Yemekten sonra ise çevredeki barladan birinde biraz vakit geçirdik.

Ertesi gün sabah kahvaltıdan sonra ilk hedefimiz Sacre Coeur’dü. Benim Paris’deki favori yerim bu bölge sanırım. Yalnız meydanı masa ve sandalyelerle doldurup daha önceye göre çok bozmuşlar, buna çok şaşırdık doğrusu. Yine de meydanda oturup birşeyler içtik tabii… Oradan yürüyerek inerek Paris’in hiç de turistik olmayan mahallelerinde dolaştık. Bu da çok güzel ve farklı bir deneyim oldu bizim için. Oradan sonra da Harrods’in Paris versiyon olan La Fayatte’e gidip yine müze tadında şöyle bir tur atıp çıktık ve Opera meydanını da gezip yakınlarında bir yerlerde oturup birşeyler yedik.

parisopera

Bir sonraki durağımız ise Champs Elysee ve Zafer Takı idi. Oradan da  Eiffel Kulesi’ne geçtik. Aslında ben pek de meraklı değildim ama yanımızda ilk kez görecek arkadaşlar vardı, mutlaka 1 kez görmeli tabii. O günki gezi rotamızı belirlerken her zamanki  gibi akşam için rezervasyon yaptırdığımız restoranı da düşünmüştük(m): Chez L’ami Jean. 2 hafta öncesinden telefonla zar zor ulaşıp yaptırdığım rezervasyon defterde gözükmüyordu. Sahibi o gece yemek yiyecek bir arkadaşını arayıp başka gün gelmesini rica etti de, masamıza oturabildik. İlk olarak benim içinde yüzmek istediğim nefis parmesan çorbasından içtik. Ana yemek olarak da masamıza gelenler yılan balığı, güvercin, ve ördek güveçti. Porsiyonlar inanılmaz büyüktü, örneğin çorba için neredeyse tüm tencereyi getirmişlerdi ve istediğimiz kadar tabağımızı doldurabiliyorduk. Ama ne yazık ki ana yemekler hiç bize hitap etmiyordu. Oysa burayı insanlar internette öve öve bitiremiyordu, Vedat Milor’un da gidip beğendiğini okuyunca bir çok seçenek arasından burayı seçmiştim. Aslında sanırım bizim için fazla iddialı oldu. Mesela güveçin sebzeleri ve yemeğin genel lezzeti çok güzelken ördek eti bize ağır geldi. Artık güvercinle yılan balığını siz düşünün. Tatlı olarak da buranın ünlü tatlısı olan bizim sütlacın hemen hemen aynısını sipariş ettik. Gerçekten lezzetliydi. Yanında getirdikleri çerezlerle de tatlıya ayrı bir renk katmışlardı. Hımm tadı damağımda!

Son günümüzü havaalanına gidinceye dek otelimizin de bulunduğu Marais bölgesinde gezerek geçirdik. Burası çok şık butiklerin bulunduğu şık ve güzel sokakların olduğu bir bölge. Doğrusu ben en çok buralarda gezinmekten keyif aldım ve Fransız havasını içime çektiğimi hissettim. Alışveriş yapmak için Champs Elysee’dense burayı tercih ederdim çünkü Champs Elysee insan ölçeğini fazlasıyla aşan devasa bir cadde.

Böylece inanılmaz yorgun olarak Londra-Paris gezimizi tamamlamıştık olduk. Ben bu geziden kendimce önemli bir ders çıkarttım, bir daha, bir seferde bir büyük şehir! Çok çok keyifliydi ama bir o kadar da yorucuydu.

Bu arada Paris’e gidip macaron yemediğimizi sanmayın! Hem İstanbul’da da şubesi olan Laduree hem de mücevherci dükkanı gibi vitrine sahip Pierre Herme’nin macaronlarının tadını baktık ama ben yine de pek tercih etmediğime karar verdim.

Bir Yorum Bırakın

Aşağıya bilgilerinizi girin veya oturum açmak için bir simgeye tıklayın:

WordPress.com Logosu

WordPress.com hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Facebook fotoğrafı

Facebook hesabınızı kullanarak yorum yapıyorsunuz. Çıkış  Yap /  Değiştir )

Connecting to %s