Benim gibi gezmeyi seven ve kendisi de bir anne olan canım arkadaşım, Jale Ateş, taaa Dünya’nın bir ucuna, bir çok kişinin hayallerini süsleyen Peru’ya gidince, beni kırmadı ve konuk yazar olarak maceralarını anlattı! Hatta o kadar güzel detaylı anlattı ki, iki bölümde yayınlamaya karar verdim. İkincisinde tabii ki Machu Picchu var.
Şimdi ise karşınızda yazının Lima’yı anlatan ilk bölümü:
LIMA
Lima – “Ciudad de los Reyes” yani “Krallar Şehri” 1535 yılında kurulmuş, Peru’nun başkenti ve bugün Peru nüfusunun üçte biri Lima’da yaşıyor. Peru ile Türkiye arasındaki zaman farkı 7 saat. Ailemle, özellikle küçük kızımla her gün görüşmem gerektiği için ilk bunu kontrol etmiştim.
Türkiyeden yaklaşık 29 saat süren yolculuğun ardından akşam 19:30 gibi Jorge Chavez Uluslararası Havalanına vardım. En uzun uçuşum Amsterdam – Lima arası 13 saat sürdü. Havaalanından çıktığımda beni karşılaması için Lima Cabs’den araç ayarlamıştım ve hazır bekliyordu. Peru’da taksicilere güvenlik açısından güven olmaz ve de ne ödeyeceğinizi bilmek istiyorsanız transferlerinizi gitmeden ayarlamanızı öneririm. Ben bu transfer için 80 nuevo soles (29 $) ve bahşiş ödedim. Gitmeden okuduklarım oradaki insanlar için bahşişin ne kadar önemli olduğunu söylüyordu ki, nitekim orada ne kadar mutlu olduklarını görüyorsunuz.
Havaalanından Lima’nın en bilindik semtlerinden Miraflores’e gitmemiz yaklaşık 45 dakika sürdü. Miraflores’te konferansın yapılacağı JW Marriott Hotel Lima’da kaldım. Lima’daki zamanımın çoğunu konferansta geçireceğimi düşününce kalan kısıtlı zamanda çevreyi keşfetmek için otel konum olarak çok iyi bir yerdeydi.
Miraflores
Miraflores Pasifik Okyanusu’nun kenarında yüksek falezlerin üzerinde kurulu bir semt. Böyle olunca okyanus manzarası mükemmel. Falezlerin üstü tüm okyanus kenarı boyunca park yapılmış, bu yüzden çok güzel manzaralar eşliğinde ve yeşillikler arasında bol bol yürüyüş yapabilirsiniz. Miraflores sizi güvende hissettiren, İngilizce konuşanların bolca olduğu, temiz bir semt, bunun yanında insanların spora bağlılıkları inanılmaz. Her sabah konferanstan önce erkenden oteldeki starbuckstan kahvemi alıp okyanus kenarındaki parka indim, sabahları parkta sürekli koşan, köpeğiyle yürüyüş yapan veya streching yapan bir sürü kişi görüyorsunuz.
Miraflores’de mesafeler çok uzak değil. 2-3 saat içinde küçük molalarla tüm sahil kenarını yürüyerek turlayabilirsiniz. Hava sıcaklığı benim gittiğim dönemde (Kasım) 15-20 C civarındaydı, bu mevsimde gündüz tişört ile gezebilirsiniz ancak yanınızda mutlaka ince bir sweatshirt bulundurun. Akşamları ise yanınıza kalın bir sweatshirt ya da ceket almanızda fayda var. Okyanusta sürekli sörf yapan birilerini görebilirsiniz. Özellikle sabah erken saatlerde çok kalabalık oluyorlar. Sanırım Lima’da yaşayanların bir kısmı sabah sporu olarak surf yapıp sonra işe gidiyorlar!
Bu sahil kıyısında en meşhur parklardan biri Love Park (El Parque del Amor). Muhteşem okyanus manzarasına ev sahipliği yapan bu parkta El Beso (The Kiss- Öpücük) isimli meşhur bir heykel var. 1993 yılında yerleştirilen bu heykel, söylenene göre yeni evliler tarafından çok ziyaret ediliyormuş. Ayrıca 14 Şubat sevgililer gününde burada bazı organizasyonlar yapılıyormuş. Ben gittiğimde sadece fotoğraf çektiren mutlu çiftler vardı. Falezlerdeki parka küçük bir deniz feneri dahi yerleştirmişler.
Dikkatinizi çekecek diğer bir spor dalı yamaç paraşütü. Falezlerin yüksekliğinden faydalanarak profesyonel yamaç paraşütü yapanlar var. Benim gibi seyredebilirsiniz veya adrenalin tutkunuysanız isterseniz 240 soles (yaklaşık 100 dolar) karşılığında siz de yapabilirsiniz. Çoğumuzun duyduğu hikayelerden ben de etkilenmiş olduğum için böyle bir deneyim yaşamak istemedim açıkçası. Sonuçta anneyiz eve tek parça halinde dönmek lazım, üstelik daha Macchu Picchu’yu dahi görmemiştim :) Yamaç paraşütü yapanları bulmak ise çok kolay Larcomar alışveriş merkezi Love Park arasında onlara ayrılmış özel bir bölüm var.
Parklarda yürüyüş yaparken falezlerden okyanus kenarına inen merdivenler vardı. Ben de indim tabii ki. Yeşillikler arasında renkli duvar resimleri eşliğinde yüzlerce merdiven indim. İnmesi kolay ancak çıkarken biraz kondisyonlu olmanız gerek. Eğer değilseniz çok yorucu bir tırmanış sizi bekliyor diyebilirim. Diğer bir seçenek okyanus kenarına aracınız ile veya taksi ile inmek tabii ki. Okyanus manzarası çok güzel olsa da okyanusta yüzmek pek mantıklı gelmedi bana, çünkü çok soğuk, sahil taşlık ve benim bulunduğum dönemde okyanus kenarı planktonlar ile doluydu yani hiç çekici değildi.
Miraflores’in en bilinen yerlerinden ve şansıma kaldığımız otelin hemen önünde okyanusa bakan Larcomar isimli bir alışveriş merkezi bulunuyor. Bu alışveriş merkezinde güzel mağazalardan çok okyanus manzaralı kafeler ve restaurantlar var.
Lima’da benim gittiğim dönemde (Kasım) hava açıktı, güneşliydi ama bazen öğleden sonraları gri ve sisli oluyordu. Söylediklerine göre Lima’da hiç yağmur ve kar yağmıyormuş.
Miraflores’in ana caddelerinden Av Jose Larco üzerinde biraz dolaşma imkanım oldu. Okyanus kenarından kuzeye doğru giden bu büyük cadde üzerinde her türlü banka, mağaza, market var. Buradaki bankalarda gönül rahatlığıyla döviz alım satım işlemlerinizi yapabilirsiniz, havaalanına kıyasla çok daha uygun oranlar var. Bu arada tüm bankaların kapısında baktım “JALE” yazıyor . İspanyolcada “itiniz” anlamına geliyormuş :) Bankalar dışında ana cadde boyunca mavi ve üzerinde dolar ve euro amblemleri olan, güvenlik yelekleri giymiş, bizdeki milli piyango biletçileri gibi şapkalı bir sürü ayaklı döviz bürosu göreceksiniz. Gerçi ben sahte para şüphesi ile yaklaşarak pek güvenemedim ve tercih etmedim ama hepsi kimlikli ve lisanslı imiş. Bazen bankalardan daha iyi fiyat verdiklerini söylediler ve tabii ki pazarlıkta yapılabiliyormuş. Aklınızda olsun ….
Av Jose Larco ana caddesinin merkezinde belediye binası (Palacio Municipal de Miraflores) ve yanında büyük bir kilise ve karşısında Parque Central de Miraflores parkı var. Caddede gezinti keyifli, değişik insanlar , yıllaaar öncesinden kalmış eski ama hala işe yarayan otobüslere bakarken vakit anlamadan geçip gidiyor… Park bu gezi sonrası dinlenmek ve yoğun insan selini seyretmek için tercih edilebilir.
Av Jose Larco ana caddesi üzerinden kuzeye doğru yürümeye devam ettiğinizde Avenida Petit Thouars isimli bir sokağa dönerseniz Indian Market adında hediyelik eşya mağazaları göreceksiniz. Bizdeki Nişantaşı Pazarı tarzı yerler. Ben 2 tanesini gezebildim, küçük küçük, yanyana bir sürü dükkancıklar var içerisinde. Yanınızda suyunuzu kahvenizi vs götürün çünkü gezerken yoruldunuz şurada oturalım bir çay içelim diye bir şey yok. Banklar falan var oturuyorsunuz ama içecek yiyecek bir şey alma şansınız yok, dedim ki burası Türkiye’de olsa şurada bir çay ocağı açarlardı ne iş yapardı :) Dükkanlarda her çeşit hediyelik eşya bulabilirsiniz. Peru ziyaretiniz sırasında Lima’ya uğrayacaksanız sevdiklerinize hediyelik eşyaları buradan almanızı önerebilirim. Cusco ve Macchu Picchu’daki hediyelik eşya marketlerine kıyasla buradaki marketler daha düzenli, fiyatları daha uygun ve düzenli olmasından kaynaklı sanırım çeşit oldukça fazla gibi geldi bana. Alışveriş yaparken pazarlık yapmak hiç adetim değildir ama Peru’da bunun üstesinden geldim, ürünün kalitesine göre söylenilen fiyatın neredeyse %30-50 altına alabiliyorsunuz! Ben yapabiliyorsam herkes yapabilir mutlaka deneyin.
Eski Şehir Merkezi – Plaza de Armas veya Plaza Mayor
İlk fırsat bulduğumda Lima’da UNESCO’nun dünya mirası listesine girmiş olan eski şehir merkezine gittim. Otelden bir taksi ayarladım, pazarlık yaparak fiyatta anlaştık. Diğer bir seçenek olarak ana cadde üzerinde göreceğiniz Hop-on hop off otobüsleri kullanabilirsiniz. Ayrıca otellerin concierge kısımlarından günlük turlar da ayarlayabilirsiniz. Örneğin yarım günlük eski şehir merkezi turu 20 dolar idi (transferler dahil). Lima çok büyük. Miraflores’den historic center’a gitmek trafiğin durumuna göre 30-45 dk arası sürebiliyor, bu yüzden güvenilir bir transfer sağlamanızı öneririm.
Eski şehir merkezinin en merkezi yeri olan şimdiki adı ile Plaza de Armas’a veya koloni dönemlerinde kullanılan diğer adıyla Plaza Mayor denen bölgeyi görme fırsatım oldu. İspanyollar efsanevi İnka İmparatorluğu’na ilk olarak 1520’lerde gelmişler. O zamanlarda İnka İmparatorluğu’nun başkenti Cusco imiş, Lima diye bir şehir yok. İnkaların direniş gösterdikleri, İspanyolların da yılmadan işgale devam ettikleri yaklaşık 50 yıllık bir süre geçiyor. Bu süreçte 1535 yılında İspanyol Francisco Pizarro Peru Sömürgesi’nin başkenti (Viceroyalty of Peru) Lima’yı şehrini eski şehir merkezi olarak anılan bu alanda kurmaya başlıyor ve zamanla Lima gelişiyor. Dolayısı ile bu meydanın dört yanı bu sömürge zamanlarından kalma tarihi hükümet binaları ve kiliseler ile çevrili.
Bu binaların başlıcaları Hükümet Sarayı (Government Palace), Lima Katedrali (Cathedral of Lima), Archbishop Sarayı (Archbishop’s Palace of Lima), Belediye Sarayı (The Municipal Palace). Meydan tahmin edebileceğiniz gibi turistlerle dolu, oldukça kalabalıktı. Benim de çok vaktim olmadığı için meydanda şöyle bir gezinerek binaları dışarıdan gözlemleme şansım oldu. İçlerinde en beğendiğim Archbishop’s Palace’daki tarihi ahşap balkonlar ya da bizim deyimimizle cundalar. Eski şehrin tüm sokaklarında bu tarz cundalardan görebilirsiniz.
Zamanım kısıtlı olsa da San Francisco Manastırı’na (The San Franciscon Monestry veya Monestry of San Francisco) girmeden dönmek olmazdı. Manastır aslında 1988’de UNESCO’un Dünya Mirası Listesine giren ilk yer. Daha sonra 1991’de kültürel miras alanı eski şehir sınırlarına kadar genişletilmiş. Manastıra giriş ücreti 5 soles, ödedikten sonra kapıda bir süre bekliyorsunuz. Gruplar yeterli sayıya ulaşınca İngilizce veya İspanyolca rehberler eşliğinde gezebiliyorsunuz.
1600’lü yıllarda inşa edilmeye başlanan bu manastır 1774 yılında tamamlanmış. En güzel yerlerinden biri bana göre kütüphanesi idi. Koyu ağaçlardan yapılı rafları, tarzı ve ışıklandırması ile Harry Potter’ın Hogwarts’daki kütüphanesine benziyor.
Kütüphane yaklaşık 25,000 tane kitap barındırıyormuş, ki bunların bir kısmı 15.yüzyıldan kalma çok çok eski kitaplar. Kütüphanenin içinde gezemiyorsunuz ama girişte izin verilen alandan bazı kitapları görebilme, rafları inceleyebilme şansınız var. Ayrıca size ayrılan bölümün hemen önünde çok büyük, neredeyse bir metre boyunda kitaplar açık olarak sergileniyor inceleyebiliyorsunuz. Rehberin söylediğine göre bunlar o zamandaki koro sanatçıları için hazırlanmış ve uzak mesafeden okunabilmeleri için böyle büyük harflerle yazılmış kitaplar.
Kütüphane’den sonra manastırın alt katlarına doğru iniyorsunuz. Burada Catacombs denilen 500 yıllık binlerce kafatası ve kemiklerin bulunduğu mezarlıklar var. Oldukça ilginç ve aynı zamanda ürkütücü bir yer, toz kokusu hala burnumda.
Manastır açıldıktan sonra 1808 yılına kadar burası mezarlık olarak kullanılmış. Daha sonra Lima dışında şehir mezarlığı açılmış ve buranın kullanımı sona ermiş. Unutulup giden mezarlar, 1943 yılında keşfedilmiş ve ziyarete açılmış. Bu alanda öncelikle tüm bedenleri üst üste yığdıkları, kireçle kaplayarak koku ve hastalıkların yayılmasını önledikleri bölümler var. Bedenler burada çözüldükten sonra kalan kafatası ve kemikleri catacombs denilen geniş ağızlı ve derin kuyulara değişik şekillerde yerleştiriliyorlar. Bazı kuyularda kafatasları kuyu kenarlarına asılmış olarak duruyor.
Bu mezarlarda 25,000 kişinin olduğunu tahmin ediyorlar ama sayı hiçbir zaman tam olarak belirlenememiş. Bazı kuyularda 10 m yüksekliğinde yığılmış kemikler varmış. Karanlık, alçak tavanlı bu yerde o kadar çok kemik ve kafatası vardı ki, insanın başı dönüyor ve düşünüyorsunuz: “Burada herkes eşit, en zengininden en fakirine hepsi burada bir arada yığılmış yatıyorlar. Yaşarken hayatın tadına varmak lazım…”
Eski şehirdeki günün akşamında Barranco isimli bölgede bir araba turu yaptık ve Casa Clark isimli ünlü bir yerde tüm konferans ekibi için düzenlenen Peru Dansları gösterisine katıldık.
Perunun dans kültürünün en iyibilinen danslarından Marinera Nortena , Huaylash ve Danza de Tijeras gibi güzel örneklerinden birkaç gösteri sundular bize çok keyifliydi. Lima ve Cusco’daki gösteri merkezlerinde Peru dansları ile ilgili sürekli şovlar sergileniyor. Sizin için uygun olan bir akşam gitmenizi tavsiye ederim.
Yeme-İçme
Yemeler içmeler konusuna gelirsek ….
Lima Güney Amerika mutfağının en güzel lezzetlerini sunan restaurantları ile ünlü. Özellikle Miraflores bölgesindeki restaurantlarda Peru ve tüm dünya mutfaklarını gönül rahatlığıyla deneyebilirsiniz. Ben açıkçası Peru mutfağı dışındaki restaurantları pek tercih etmedim.
Perunun yemek kültürü bize çok yakın geldi bana. Geleneksel yemekleri et ve balık ağırlıklı. Sabah kahvaltıları Türkiye’deki otellere benzer (zeytin hariç tabii ki). Ama güzel haber: domates var. Domates ve patatesin ilk Peru’da yetiştirildiğini biliyor muydunuz? İspanyollar bu güzel ülkeye geldiklerinde domatesi tanımışlar ve 1500’lerde Avrupa’ya getirmişler. Yine Ant dağlarında yetişen patates, yaklaşık 400 sene önce dünyaya yayılmaya başlamış ve yine bunda İspanyolların payının büyük olduğunu söylüyorlar. Hatta tanıştığım Perulular patatesi İspanyollar’a tanıtmaları sayesinde onların uzun deniz yolculuklarında açlıktan ölmesini engellediklerini iddia ediyorlar.
Diğer kahvaltı seçenekleri ne olabilir diye sorarsanız sevenlerine güzel haber, Dunkin Donut burada çok meşhur. Her köşede bir tane var, kahveleri de oldukça güzel. Bir donut- 1 kahveye 10-15 soles civarı ödüyorsunuz. Zaten sabah kahvaltısı olarak en çok Dunkin Donut / kahve ya da kocaman bir dilim meyveli turta üzerinde bolca sıkılmış krema ve kahve tercih ettiklerini gözlemledim. Ben tatlı seven bir insanım ama o kadar krema benim bile hoşuma gitmedi açıkçası.
Güney Amerika’ya ilk defa gittiğim için Empanada ile Peru’da tanıştım. Güney Amerika’ya özgü bir börek. Etli (empanada de carne), tavuklu (empanada de pollo) ve peynirli (empanada queso) seçenekleri var. Sabahları taze ve sıcak sıcak denemenizi öneririm. Fiyatı çeşidine göre değişiyor, 7-10 soles civarında. Ayrıca bazı peru restaurantlarında başlangıç yemekleri arasında da menüde görebilirsiniz.
Starbucks çok yaygın olmasa da Miraflores bölgesinde birkaç tane var, kahve çeşitleri 8-10 soles civarında.
Lima okyanus kenarında bir şehir olduğu için deniz ürünleri sevenler için bir cennet. En meşhur yemeklerinden biri de Cheviche adını verdikleri deniz ürünleri salatası diyebilirim. Diğer Pasifik ülkelerinde de değişik varyasyonları olan bu yemek Peru’da taze deniz ürünlerinin limon suyu veya yeşil limon (misket limonuda deniliyor sanırım, lime) ile kısa bir süre marine edilmesi ile yapılıyor.
Soğan ve aji biberi (Perunun bir çeşit sarı acı biberi) ile karıştırılan deniz ürünü yanında küçük tatlı patatesler ve haşlanmış mısır ile servis ediliyor. Deniz ürünü olarak genelde halibut (pisi balığı) veya corvino (levrek) ve karides kullanıyorlar. Ancak şunu belirtmek isterim ki, her restaurant bu yemeği kendine göre yorumlayabiliyor. Bu yüzden ne çeşit balık kullandıklarını baştan sormanızı öneririm. Restaurantların çoğunda İngilizce menü var.
Peru okyanus kenarında olmasına karşın, büyük And Dağları hayvancılık açısından da gelişmiş bir ülke olmasını sağlıyor. Diğer bir ulusal Peru yemeği Lomo Saltado. Kırmızı et sevenlerin mutlaka denemesi gerek. Yemek kültürü bize yakın dedim ya etleri pişirme tarzı bizimki gibi. İyi pişmiş, domates ve biberle sotelenmiş etler, pilav (aynı bizim pilav tane tane :) ve yanında tabii ki leziz Peru patatesi ile servis ediliyor.
Bu tatları deneyebileceğiniz ve bizim memnun kaldığımız bazı restaurantlar önerebilirim. La Rosa Nautica, Punto Azul, Tanta, Mangos. Biz otelimize yakın olan Miraflores bölgesindeki Peru mutfağı restaurantlarını tercih ettik ama zevkinize göre diğer tüm dünya mutfaklarını da bu semtte bulabilirsiniz. Yemekler içeceklerle birlikte kişi başı 50-60 soles civarında tutuyor. Biz hiç rezervasyon yaptırmadık, yer bulamama gibi bir sorunumuz olmadı. Belki de şanslıydık bilemiyorum.
İçecekler arasında favorim Pisco Sour oldu. Pisco bir çeşit brendi, Peru’nun ulusal içeceklerinden. Peru tarzı “Pisco Sour“, Peru piscosunun yeşil limon (lime) , buz, yumurta beyazı ve birkaç damla bitki özlü tonik (bitters) ile karıştırılması ile elde ediliyor. Yeşil limon (lime) yerine farklı meyve şurupları kullanarak yaptıkları “Pisco Punch”lar da güzel, denemeye değer. Beni baştan uyardılar iki bardak yeter diye, ne diyeyim haklılarmış!!! Türkiye’ye dönerken pisco getirebilirsiniz. Ben alpaka yünü ürünler sayesinde şişeleri kırmadan getirmeyi başardım. Çok çeşitli markalar var. Tavsiye üzerine “Ocucaje” aldım. Ayrıca hava alanında pisco sour hazırlamak için hazır karışımlardan buldum. Birkaç paket de onlardan aldım. Meyveli olanları da var tercih ederseniz.
Peruya özgü diğer bir içecek İnca Cola: sarı renkli ve çok çok tatlı bir soda. İçeriğinde limon otu (hierba Luísa) var . 1935’de Peru’ya yerleşen İngiliz bir çift tarafından bulunmuş ve o zamandan beri Peru’da sevilerek tüketiliyormuş. Bana aşırı derecede şekerli geldi, o yüzden tavsiye etmiyorum ama denemeden de gelmeyin derim.
Inka Kola’dan çok çok daha eski bir tarihi olan Chicha Morada And Dağları’na özgü mor mısırdan yapılan alkolsüz bir içecek. Ananas, tarçın, karanfil ve şekerin bir arada kaynatılması ile yapılıyor. Ben Cusco’da sokakta bunu yapmış ve satan teyzelerden içtim. Biliyorum risk aldım ama şanlıyım ki bir sorun yaşamadım. Cusco’yu gezerken İnkalara özgü en yerel içeceğin bu olduğunu öğrendim, mutlaka denemenizi tavsiye ederim.
Jale’nin anlatımıyla Machu Picchu ve Cusco ise yazının 2.bölümü ‘nde…
Geri bildirim: Peru’da Bir Gezgin Anne Jale – 2. Bölüm (Cusco ve Büyüleyici Machu Picchu) | Bir Küçük Gezgin